120x600

Alemdar inşaat

16-03-2016 Eda BAYRAKTAR

Bir yazı yazmak istiyordum. Kaçıncıyı sildiğimi hatırlamıyorum, bir türlü dökülmüyor kelimeler. Niyetim Ankara’yı anlatmaktı. Grisi, kasveti, kederi, resmiyeti, düzeni...

 

Ankara’ya İstanbul gibi görür görmez aşık olamazsın. Aşkla sevgi farklı şeyler. Ankara’yı seversin. Yavaş yavaş, sindire sindire seversin. Herkesin Ankara’yı sevme sebebi ayrıdır, seninki de öyle... Ben mesela, kaybedeceğim korkusuyla sevdim bu şehri. Dört beş yıl kaybettikten sonra... Cuma akşamları dinlemeye gittiğimiz 45’lik çalan o yaşlı adamı otobüsten iner inmez Gama’da gördüğümde sevdim. Hep birlikte sığınıyorduk oraya. Aynı dili konuşuyorduk. Kan midemi bulandırır, yerdeki adama iğrenmeden yardım edebildiğimi gördüğümde sevdim.

 

Birbirini tanımayan insanlar Kuğulu’da kütüphane kurdu, herkes birbirine bir şeyler ikram ediyordu. Ve yine herkes aynı dili konuşuyordu. Sevmek zorundaydım, sevdim. Konur’da soluk almak için girdiğimiz kafenin camları parçalanıp korkudan ödümüz patlatılırken ve biz yiyeceğimiz dayağı gözümüz kapalı beklerken; kafenin sahipleri tarafından korunup saklandığımızda sevdim ben Ankara’yı. Kendi elimdeki kandan da iğrenirim, başkaları iğrenmediğinde sevdim. Ayağımızın dibine düşen gaz fişeği gözümüzü yaktıkça bir olduk Ankara’yla, Ankara’daki herkesle. Daha çok sevdim. Ethem vuruldu ya, Batıkent Cemevi’nin önündeki kalabalığı görecektin. O öfkeli ama sessiz kalabalığı severdin. Ben sevdim. Yoruldukça, yıprandıkça, korktukça daha çok sevdim. “Bu şehir bizim!” dedim, bizi susturmaya güçleri yeter diye korktum da sevdim. Kendiliğinden iyiydi herkes, teklifsiz... Aylarca organize olmak için çalışılmış büyük bir miting alanıydı Ankara, oysa herkes bir anda sahip çıkıyordu ülkesine. Bir Facebook etkinliği, bir davetiye, bir toplu mesaj olmadan... Salt özgürlük ve demokrasi düşüncesiyle... Bugün yaşanmasın diye dünden toplanıyorduk oraya, diri kalalım istiyorduk.

 

Ankara’ya beslemeye başladığım hisler de o günden diri kaldı işte... Zamanla bir baktım kentin grisi bile rengarenk geliyor bana. Eskiden nasıl renksiz, dumanlı gördüğüme hayret ediyorum. Yer-yön hafızam zayıf olduğu için hala koyduğum dükkanı koyduğum yerde bulamıyorum Kızılay’da, ama biliyorum ki o dağınıklık bana ait. Trafiğe takıldıysam yanlış saatte yola çıkmışım, Ankara’da trafiğin de saati var. Geceleri sokak pilavından rahatsızlanıyorsam, çok yediğimden. Ankara’nın pilavının bile suçu yok. Her şey, her şeyin bir sebebi var! Ankara’dan öte, Ankara’dan ziyade... Ve benim Ankaram kimseyi de öldüremez. Tamam bürokrasi yorar, üzer, ama öyle vicdansız değildir Ankara. Onu sevmeyenler var. Elinde silahı olanlar, katiller... Onlar sevmiyor Ankara’yı. Halbuki insanlarla bir an bile göz göze gelseler severlerdi. Yoksa insan değildir bir masumun gözünün içine bakıp yüreği sızlamadan katili olabilen biri...

 

Sen söyle lütfen, benim canım çok acıyor. Bu şehre bunu nasıl yaptılar?


www.boluobjektif.com'da yer alan köşe yazarlarının yazıları kendi görüşleridir. Yazdıkları köşe yazılarından dolayı www.boluobjektif.com sorumlu tutulamaz.



Eda BAYRAKTAR Diğer Yazıları
Fazilet Tekman
Köşe Yazarları
Burç Yorumları