120x600

Alemdar inşaat

26-11-2017 GÜNDEM

ELFAZ TEMİZ'İN GÖZÜNDEN ÜMİT KAFTANCIOĞLU...

Kendi adını taşıyan sünnet kliniği ile yıllardır Bolu Halkına başarıyla hizmet eden Elfaz Temiz, Cumhuriyet Halk Partisinden Belediye Meclis Üyesi Adayı ve Milletvekili Adayı olarak siyasi arenada da iddialı olduğunu göstermişti. Bir dönem Atatürkçü Düşünce Derneği Bolu Şubesi Başkanlığı görevini de yürüten Elfaz Temiz, Türkiye’nin siyasi açıdan en çalkantılı yıllarını bire bir yaşamış ve 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 26 ay hapis yatmıştı. Türk Yazın Hayatının en önemli isimlerinden biri olan Ümit Kaftancıoğlu ile yolu 1974 yılında kesişen Temiz, Kaftancıoğlu ile olan anılarını ilk defa haber sitemize anlattı…

ELFAZ TEMİZ'İN GÖZÜNDEN ÜMİT KAFTANCIOĞLU...
Bİ tur

Elfaz Bey, Ümit Kaftancıoğlu ile nasıl tanıştınız?

 

1974 yılında Artvin ilinde merkeze bağlı Zeytinlik denilen bir nahiye vardı. Şu anda bu baraj altında kalan bu nahiyenin Sağlık Ocağında askerlik dönüşünde göreve başlamıştım. Kıbrıs Barış Harekâtı yeni bitmişti. Bir gün çalışmakta olduğum Sağlık Ocağının telefonundan birileri beni aradı. Artvin’de bir TRT yapımcısının olduğunu ve bir konuyla ilgili olarak röportaj yapmak istediğini söylediler. Adresimi ve çalıştığım sağlık ocağının telefon numarasını da verdiklerini ifade ettiler.  O yıllarda bu tür yerlerde çalışan devlet memuru sayısı azdı. Siyasi rüzgârın yoğun olduğu yıllardı. Bende devrimci bir hareketin sempatizanı olarak bilinen bir kimseydim. Sosyal hayatı olan ve seven biriydim. Herkesin birbirini tanıdığı bir nahiyede görev yapmaktaydım. O yüzden arkadaşlar Sayın Kaftancıoğlu’na “ Elfaz bey sana bu konuda yardımcı olur” diyorlar ve bana telefon ediyorlar.  Bir ikindi vakti Ümit Kaftancıoğlu çalıştığım yere geldi. Uzun boylu, gayet yakışıklı, çok kültürlü, saç ve favorileri o yıllardaki devrimci siyasete uygun olarak oldukça siyah ve uzundu. Kendisini bana tanıttıktan sonra “Beni size kim önerdi? “ dedim.  Karsta, Cılavuz dediğimiz bir köy enstitüsü vardı. Artvin’de görev yapan öğretmenlerin birçoğu bu enstitüden mezundu. Kaftancıoğlu’ da cılavuz köy enstitüsü mezunu olduğu için ona beni önerdiklerini öğrendim.  O yıllarda bekâr olduğum için Sağlık Ocağının bir lojmanında kalıyordum. Kendisine de benimle beraber kalabileceğini belirttim.

 

Ümit Kaftancıoğlu sizden ne istedi?

 

Zeytinlikte “Mehmet Fırtına” adında bir dedenin olduğunu söyleyerek onunla görüşmek istediğini belirtti. Köroğlu destanını TRT için tefrike edeceğini vurgulayarak “ Bu bölgede ‘Köroğlu’ olayını en iyi bilen kişi oymuş o yüzden beni onunla görüştüreceksin” dedi. Mehmet amcanın evi benim kaldığım lojmanın 100 metre ilerisindeydi. Ancak, ağaçlık bir yerdeydi. Oraya bir aracın gitmesi mümkün değildi. Hep yaya gidiliyordu. Tam 105 yaşındaydı. Torunu olan Özer Fırtına ise benim yakın arkadaşımdı. İlköğretim okulunda okul müdürüydü. Hemen Özer beyi çağırdım. Durumu anlattım. Kendisi “Bizim evde yapamaz çünkü ses kaydı için uygun değildir ” dedi. Sonuçta düşündük taşındık ve sağlık ocağının bir odasında bu röportajı yapmaya karar verdik.  Mehmet Amcayı 3 gün boyunca sağlık ocağına taşıttık ve Ümit Bey kendisiyle Köroğlu Destanı hakkında röportaj yaptı.  Ses kayıtlarını, TRT’nin büyük bantlarına kaydetti. 105 yaşındaki bir adam Köroğlu destanını sanki içinde yaşamış gibi saatlerce deyişleriyle beraber, Kaftancıoğlu’na anlattı. 

 

 

Röportaj dışında Kaftancıoğlu ile günleriniz nasıl geçerdi?

 

Ümit Kaftancıoğlu’nu 3 gece boyunca evimde misafir ettim. Beraber akşamları Zeytinlik Nahiyesinin en ünlü lokantasına gider yemek yerdik. Ümit Bey’in o yıllardaki dünya görüşleri çok çok önemliydi. 3 gece sabahlara kadar uyumadan konuşarak sohbet ettiğimizi bilirim. Ondan o kadar büyük feyz aldım ki… O kadar çok şey öğrendim ki… O dönem 24 yaşındaydım. Sonraki yıllarda oluşan devrimci görüşlerimde Ümit Kaftancıoğlu büyük bir rol oynadı. Çok cesur ve atak bir insandı. 1980 yılında maalesef öldürüldü. Kendisini tekrardan rahmetle anıyorum.  Kendisi tıpkı Uğur Mumcu ve Bahriye Üçok’lar gibi bir devrim şehididir.  Köroğlu hakkında ayrıntılı bir şekilde belgesel çekerek TRT’ye kazandıran bir insandı.  

 

 

Görüntü kaydı alınamadı değil mi?

Hayır, sadece ses kaydı alındı. O dönem teknoloji bu kadar ileri değildi. Mehmet Amca’nın deyişlerine sazımla birkaç defa eşlik ettiğimi hatırlıyorum.

O kaydı radyoda dinleme şansınız oldu mu?

Olmaz mı? Her pazartesi günü akşamları 19.00 haberlerinden sonra bütün kahvehanelerde nefesler tutularak Köroğlu Destanını dinlenirdi. Hiç kimsenin kaçırma şansı yoktu.  Köroğlu, Bolu ile özdeşleşmesine rağmen Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’de halk arasında daha çok destanlaştırıldığı görülür. 38 yıldır Bolu’da yaşıyorum. Bolu’nun bütün köylerini bilmeme rağmen herhangi bir köyüne gitsek ve Köroğlu hakkında bir soru sorsak çok fazla bir şey bilinmediğini üzülerek görüyorum. Artvin, Kars, Erzurum, Gümüşhane ve Rize’ye kadar olan yörelerde bizim gençliğimizde Ozanlar ya da Âşıklar o köylere gelirlerdi. Köroğlu destanını bilmeyen Âşık “Âşık” sayılmazdı. Çünkü Köroğlu en ağır ve öğrenilmesi en zor destandır. O yüzden her Âşık Köroğlu destanını bilmek zorundaydı. O yörede sanki yaşamış gibi ya da herkes onu görmüş gibi anlatılıyordu.

 

 

Köroğlu bildiğiniz gibi mittir. Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar birçok yerde karşımıza çıkar…

 

Doğru. Bolu’da bir Köroğlu heykeli var. Rahmetli Muzaffer Işın döneminde heykeli dikildi. Önce Kültür Merkezinin olduğu parkta kaidesi tamamlanana kadar bekletildi. Daha sonra bugünkü yerine taşındı.  Bolu’da niyeyse Köroğlu destanı ve türküleri fazla bilinmez ya da konuşulmaz.  Ama o yörelerde Köroğlu destanını herkes bilir ve konuşur.  Sayın Ümit Kaftancıoğlu’ da köy enstitüsü çıkışlı biri olarak o yörede de Köroğlu Destanı çok anlatıldığı için haklı olarak buna ilgi duymuştu. Kendisi, Türkiye’nin her tarafını adım adım gezdi. Her yeri taradı. Türlü olanaksızlıklar içerisinde bunu derledi.  Benim o dönem küçük bir teybim vardı. O söyleşiyi bende küçük bantlar içerisine kayıt etmiştim ama aradan yıllar geçtiği için kasetler haliyle bozuldu. 

 

 

Ses kayıtlarını hiç dinlenme şansı yok mu?

Aradan 40 sene geçtiği için dinleme şansının olduğunu sanmıyorum. 12 Eylül darbesinden sonra birçok kaset ve kitaplarım kaybedildi. TRT arşivlerinde bu kayıtların olduğunu zannediyorum. Ümit bey ülkesini gerçekten çok seven, tarihine ve kültürüne çok değer veren bir insandı.

3 gece boyunca sabahlara kadar neler konuştuğunuzu hatırlıyor musunuz?

 3 gece boyunca o kadar çok konu konuşmuşuzdur ki sabahlara kadar sürerdi. 1969 ile 1980 yılları arasında Türkiye’de bir uyanış devri yaşanmıştı. O yıllarda sosyalizm öne çıkıyordu. Kapitalist ülkelerle Sosyalist ülkelerin karşılaştırılarak her iki ülkede ki uygulamalar tartışılırdı. O güne kadar “Diyalektik Materyalizm” ile ilgili herhangi bir kitap okumamıştım. Bana bu kitabı önererek okumamı sağladı. 12 Eylül Darbesinde ise bu kitapla beraber okuduğum diğer kitapları da yakmak zorunda kaldım.  Yine Marksizm üzerine yoğun konuşmalar yaptığımızı hatırlıyorum.

Yani sizin 70’li yılların ikinci yarısından sonra daha da şekillenecek olan devrimci kişiliğinizde Ümit Kaftancıoğlu’nun çok büyük bir önemi var.

Evet, çok büyük bir önemi var. Onun anlatımları beni daha da ateşlemiştir. 

 

 

1980 darbesine kadar hep Artvin de mi kaldınız?

1976 yılına kadar, Sağlık Memuru olarak Artvin’de değişik Sağlık Ocaklarında çalıştım. O yıl beni Demirel’in başbakanlığını yaptığı Cephe hükümetleri Yozgat’a sürdü. Tekrar, Danıştay kararıyla geri döndüm. 1978 yılında ki CHP iktidarında bizi sürenleri bizde sürdürdük. 1979 yılı sonunda Demirel bir azınlık hükümeti kurmuştu. Sağlık Bakanı beni rüyasında görmüş olacak ki ertesi sabah yıldırım telgrafıyla Bolu’ya sürgünümün yani tayinimin çıktığını tebliğ etti.

Yani, Bolu’ya ilk gelişiniz Demirel sayesinde oldu

Evet, öyle oldu. 1980 yılı başında Bolu’ya geldiğimde Bolu’nun ne kadar güzel bir yer olduğunu gördüm. Doğası ve Coğrafi özellikleriyle Memleketim Artvin’e çok benzediği için buraya yerleşmeye karar verdim. 1980 öncesinde Türkiye’de siyasi dernekler vardı. TÖB-DER, TÜS-DER, TÜM- DER, POL-DER, Halkevleri gibi… Artvin’de de TÜS-DER yani Tüm Sağlık Personeli Derneği vardı. Ben o derneğin başkanıydım. Bolu’ya geldikten kısa bir süre sonra 12 Eylül Darbesi olunca beni tutukladılar. Erzurum’daki Karskapı cezaevinde tam 26 ay kaldım.

Suçunuz neydi?

Suçum dernek başkanı olmaktı… Savcı, 146/1’den idam istemiyle dava açtı. Anayasa'yı ihlal suçu işlediğim iddiasıyla beni sanık sandalyesine oturttular. Mahkemede savunma yaparken beni bu madde ile itham edemeyeceklerini çünkü bu suçu Türkiye’de yalnızca bir kişinin yani Kenan Evren’in işlediğini belirttim. Mahkemede 1961 anayasasını çok sevdiğimi söyleyince hâkim bir ara kararı verdi ve 3 ay daha mahkemem uzadı. Daha sonra beni 168. Maddeden yeni bir iddianameyle yargıladılar. Bu maddeye göre beni silahlı çete kurmakla itham ediyorlardı. Bunun da 1. ve 2. Maddesi idamdı. Benim herhangi bir filli eylemim olmadığı için 5-15 yıl ile yargılamaya başladılar.

 

 

Sizin o dönemde  “ Kızıl Doktor” diye bir lakabınızın olduğu iddia ediliyor… Bunu biraz açar mısınız?

 

1980 darbesi sırasında biz cezaevinde yatıyorduk. Çocukların biri koğuşta boğuşurken ranzaya takılıyor ve kulağı ortadan kopuyor. Gecenin bir yarısı… Ne doktor ne de hastane var. Gardiyandan bir yorgan iğnesiyle, naylon makara iplik bulmasını rica ettim. Gardiyan İplik ile iğneyi getirdi.  Kulağı kopan kişinin ismi S. Köroğlu idi. Uyuşturmadan bu çocuğun kulağını canlı canlı diktim. Sabah, revirden Tentürdiyot getirttik. 1 hafta pansuman yaptım. Sonuçta kulağı kurtuldu. Ardından duruşmalar başladı. Mahkemede benimle ilgili olarak “ örgütün hastalarını tedavi ettiğim “  iddiası gündeme geldi.  Ben öyle bir durumun olmadığını söyleyince savcı yerinden kalkarak; “Bakmayın öyle masumane konuştuğuna bu örgütün kızıl doktorudur. İçerde de falancanın kopan kulağını dikmiştir” dedi. Bende sağlıkçı olduğumu vurgulayarak; “ Bizler mesleğe başlarken Hipokrat yemini ettik. O yüzden hangi koşulda ve nerede olursa olsun. Din, dil, ırk ve mezhep gözetmeden ona o ilk yardımı yapmak zorundaydım ve yaptım. Bundan dolayı bir ceza vereceksiniz buyurun verin” biçiminde konuştum. Hâkim savcıya doğru dönerek “ Püh” dedi ve Savcının yüzüne tükürerek “ Bu adam orada yapılabilecek her şeyin en iyisini yapmış. Sen gece 11.00’de onu hapishaneden alıp hastaneye götüremeyeceğine ve kulağını diktiremeyeceğine göre bu adam orada yapılabilecek en iyi müdahaleyi yapmış” Dedi. Yani bana dışarda yaptıkları suçlamaların aynısını içerde de yapmaya kalktılar. Sözüm ona ben bir sağlık memuru olarak Artvin’de faaliyet gösteren sol bir örgütün yaralanan militanlarını tedavi ediyormuşum.  Tabi bunun astı astarı yoktu ama o yıllarda bununla da suçlandık. İçerde de birçok tutuklu arkadaşa bir sağlıkçı olarak yardımcı olduğum için adımız çıktı “ Kızıl Doktora…” 

 

 

26 Ay Cezaevinde yattıktan sonra ne yaptınız?

 

Eşim ve ailem Bolu’da olduğu için hemen Bolu’ya geldim. Eşim devlet memuruydu. O dönemde çok büyük sıkıntılar yaşadık.  Polis baskısı vardı. Kimse kimseyle konuşmuyordu. Çıktıktan sonra 3 sene boyunca arkamda dedektif gibi 2 tane polis gezdi. Sonrasında onlarla samimi yani arkadaş olduk.  O davaların hepsinden beraat ettim. Yaklaşık 12 yıl sürdü. Uğur Mumcuyu öldürdükleri gün olan 24 Ocak 1993 yılında Ankara’da ki Mamak adliyesinden beraat kararımı aldım. 12 yıl boyunca hukuk mücadelesi verdim. Sonrasında ise Sağlık müdürlüğünde şube müdürlüğü bile yaptım.

2004 yılında emekli olduktan sonra CHP üyesi oldum. Aynı yıl Belediye Meclis Üyeliğine aday oldum. 2015 Genel Seçimlerinde de yine milletvekili adayı oldum. Bu arada Parti Meclisinden ve Genel Merkezden partimizi ziyaret eden kişiler oluyordu. 1 yıl önce Cumhuriyet Halk Partisinin bir basın toplantısında Parti Meclisi üyesi bir hanımefendi geldi. İsminin Canan Kaftancıoğlu olduğunu öğrendim. Bizim Bolu’dan, parti müfettişi olarak örgütsel anlamda o sorumluymuş.  Kendisine soyadı benzerliği yüzünden Ümit Beyin neyi olduğunu sordum. Bana “ Geliniyim” diye cevap verdi. Oğluyla evli olduğunu söyledi. Kendisinin doktor olduğunu öğrendim.  Kısaca kendisine Ümit Kaftancıoğlu ile olan tanışıklığımı anlattım. Çok sevindi ve mutlu oldu.  “Demek ki onu da burada tanıyanlar varmış. Gerçekten çok mutlu oldum” dedi.

 

 

Hümanist Bir Anadolu Aydını

 

 

Ümit Kaftancıoğlu, 1935 yılında Ardahan’ın Hanak ilçesine bağlı Koyunpınar köyünde, yedi çocuklu yoksul bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Gerçek adı Garip Tatar’dır.

 

Çocukluğu Dede Korkut boylarının zengin anlatım geleneği içerisinde, halk âşıklarının, söz sohbet bilenlerin dizinin dibinde destan, masal, türkü, efsane dinleyerek geçti. İlkokulu kendi köyünde okuyan Kaftancıoğlu, Cılavuz Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra bir süre ilkokul öğretmenliği (Mardin-Derik) yaptı. Daha sonra Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü edebiyat bölümünü başarıyla bitirip Türkçe öğretmenliğine (Rize-Pazar) başladı. Askerliğini yedek subay olarak yaptı. Askerlik dönüşü, TRT’nin açtığı sınavı kazanarak, köy yayınları bölümünde göreve başladı. TRT İstanbul Radyosu'nda "Av Bizim Avlak Bizim" ve "Dilden Dile" gibi programlarla halk kültürünü ve halkın sıkıntılarını mikrofona taşır. "Gerçek edebiyatın halkın ağzında, dilinde olduğunu bilmeliyiz. Halkın sözlü edebiyatını yazıya geçirecek, değerlendirecek olanlar da halk çocuklarıdır" diyen Kaftancıoğlu, Anadolu'yu gezerek derlemelerle halkın sözlü edebiyatını ve halk türkülerini yazıya döker. Derlemeleri arasında "Evreşe yolları dar" ve "Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar" türküleri de yer almaktadır. Ümit Kaftancıoğlu radyo programcılığının yanı sıra çeşitli gazete ve dergilerde politik ve sanatsal yazılar da yazmıştır. Cumhuriyet, Cumhuriyet Sanat Eki, Milliyet, Yeni Ortam, Yeni Halkçı, Varlık, Türk Dili, Güney, Ilgaz, Yeni Ufuklar ve Aydınlık Kaftancıoğlu’nun yazılarının yer aldığı gazete ve dergiler arasındadır. Bütün Türkiye’nin belleğinde yer eden programlara imza atan Kaftancıoğlu, 1970 yılında “Dönemeç” adlı öykü kitabıyla TRT Büyük Ödülü’nü, 1972 yılında “Hakullah” adlı röportaj ile Milliyet Gazetesi Ali Naci Karacan Ödülü’nü kazandı. Ümit Kaftancıoğlu evli ve iki çocuk babasıydı. Kaftancıoğlu, ünlü yazarların arasından sıyrılıp TRT Büyük Ödülü’nü almasıyla edebiyat dünyasında tanınmaya başladı. İlk yapıtı “Dönemeç”, köyünden kalkıp, parasız yatılı okula ulaşmak isteyen bir köy çocuğunun, yani kendisinin öyküsüydü. Çocukluk yıllarındaki gözlemlerine dayanarak bu bölgenin ilginç yönlerini başarıyla anlatıyordu. Bu öykü aynı zamanda, hiç okuma olanağı bulamayan milyonlarca köy çocuğu, ilkokulu bitirip köşelerinde kalan, karanlıklarda kalan, dağların ardında kalan milyonlarca köy çocuğunun da öyküsüydü. Kaftancıoğlu, ülkemizdeki eğitim eşitsizliğini, güçlükler karşısında boynu bükük, uygarlığın bütün nimetlerinden ve olanaklarından yoksun, alınyazılarıyla baş başa bırakılmış, umut içinde geçen, zaman zaman umutsuzluğa dönüşen yaşamları, yüksek ve geçit vermez dağların, sert kışların ortasında yürekleri iyilikle dolu insanları yazdı. Yapıtları büyük ilgi gördü. O sıralarda, kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Ben genellikle gerçeklere ayna tutuyorum” diyordu. Roman, öykü, çocuk öyküleri türlerinde seçkin ürünler veren Kaftancıoğlu, “Dilden Dile” ve “Yurdun Dört Bucağı” adlı radyo programlarıyla da ses getiriyordu. O yıllarda “Dilden Dile” ölçüsünde dinleyici bulmuş bir başka program yoktu. “Köroğlu” adlı incelemesi de büyük yankı uyandıran Kaftancıoğlu’nun yayımlanmış 17 yapıtı bulunuyordu.

 

Yazar ve TRT Kültür Yayınları Bölümü prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu 11 Nisan 1980 Cuma günü, saat 08.20 sularında Mecidiyeköy Ortaklar Caddesi, Ünsal Sokak, Aksu apartmanındaki dairesinden kızı Pınar’ı Esentepe Ortaokulu’na götürmek ve oradan da görevine gitmek üzere arabasına bineceği sırada, yaşları 18-20 arasında iki kişinin yaylım ateşine tutuldu. Sırtına ve göğsüne isabet eden 5 kurşun nedeniyle ağır yaralanan Kaftancıoğlu, Şişli Hastanesi’ne kaldırıldı, ancak ameliyata alınmadan yaşamını yitirdi. Saldırı sırasında Kaftancıoğlu’nun yanındaki 12 yaşındaki kızı saldırıdan yara almadan şans eseri kurtuldu. Ümit Kaftancıoğlu cinayeti 12 Eylül öncesinin en önemli siyasi cinayetleri arasında yer alır…

 

Doğuşuyla değil, duruşuyla örnek oldu!

 

İnsanın insanlaşmış doğasının simgesidir Kaftancıoğlu, karanlığı yaran, insanlar arasında 'iyi' ve 'kötü' ayrımı yapan "doğuşuyla değil, duruşuyla örnek olan" bir yazardır. Ve kabesi insan olan nadide insanlardan birisidir. Doğru yaşayan, yüzü hep güneşe dönük olan; hayatın hep canlı yanıyla ilgili ve ne varsa yaşamda var diyen, burada yaratılanın burada büyüyüp yeşermesinden yanadır.

Yaşama Sevinci

 

Öldürülmeden önce doldurduğu bantta düşlerini ve umutlarını öyle yalın bir dille anlatmıştı ki! “Yaşama Sevinci”nde şu ifadeleri kullanıyordu;  "Yaşam var olmak, anlam varlık ve dinamizmdir. Ölüm yokluktur, karanlıktır... Sıfır. Sıfırla hangi rakamı çarparsanız çarpın gene sonuç sıfır. Artı bir öyle mi? Hangi değerle çarparsanız çarpın sonuç bir başka değer, sonuç artı ve sonuç varlıktır. Kötülükler iyiliklerin değerini, çirkinlikler güzelliklerin niteliğini, yokluklar varlıkların anlamını, yoksullar zenginlerin kalesini oluşturur. Kıraç, yanık, susuz çöller ovaların, ormanların, yağmurun, denizin anasıdır, yaratıcısıdır. Deniz, ırmak, varlık, orman, yeşil, güzellik, sıkıntı yaşam tablosunda karşıtlarından daha kutsal değildir. Daha güzel ve anlamlı değil. Yokluğa, yoksulluğa, çirkinliğe, kötülüğe daha çok saygı duydum. Bir fabrikanın varlığı sermayesi mi, makinesi mi, patronun kasası mı? Elbette hayır. Bir fabrikanın varlığı işçisi. Arılar gibi bal yapan, üreten, yaşamı sürdüren işçiler. İşçilerin sesi, eli ayağı, evi, yolu, ekmeği, tulumları, çocukları, semti, gecekondusu, fırını, bakkalı, kasabı, yol parası, gelişi, gidişi, grevi, tutumu, sigorta, güvence savaşımı... Yaşamı oluşturan zincir budur. "Şunca yaşamın içinde ölüm için, ölen için gözyaşı döktüğümü anımsamıyorum. Bir evin en önemli kişisi, en yakınım ölünce de duygum değişmemiştir. Yaşamın içinde olup da ölü için gözyaşı dökenlere çok üzüldüğümü söyleyebilirim. Susmuş bir ev, canlılığını ve yaşam kavgasını duraksatmış bir ortam için elbette üzülürüm. Ve üzüntümün ağır yanı burasıdır. Ölümümde eşim, çocuklarım en yakınlarım bile tek bir damla gözyaşı dökmesin istiyorum. Benim için caddeleri dolaşsınlar, bir gazete alsınlar, bir kitap karıştırsınlar, kalabalık bir sinemaya gitsinler, bir konferans, bir konser dinlesinler. Ölüm hiç önemli değil, yaşam var dağ gibi, yaşam var gökyüzü, deniz..."

 

 




HABERE YORUM YAZIN

DİĞER GÜNDEM HABERLERİ
Fazilet Tekman
Köşe Yazarları
Burç Yorumları