120x600

Alemdar inşaat

06-01-2017 GÜNDEM

Güncel soruların cevabı bu kitapta!

Erol Yıldız’ın yeni kitabı Atatürk Devrimlerine Bakış (100.Yıl Yaklaşırken) raflardaki yerini aldı.

Güncel soruların cevabı bu kitapta!
Bİ tur

Gazeteci- Yazar Erol Yıldız’ın yeni kitabı okurlarıyla buluştu. Yıldız’ın Dorlion yayınevi tarafından basılan yeni kitabı, İnsancıl Sahaf kanalıyla Türkiye’nin tüm seçkin kitapçılarına ulaştırılarak raflardaki yerini aldı. Kitap, 2023’e yaklaşılırken karşılaştığımız sorunlara çeşitli tahliller yaparak gerçekçi çözüm önerileri sunuyor.

 

Tanıtım bülteninden…

“ Fransa’da bir Cumhuriyetti. Sovyetler Birliği de bir Cumhuriyetti, Bu günkü İran’da bir Cumhuriyet. Bizim Cumhuriyetimiz kişilerin özgürce duygu ve düşüncelerini ifade edebilecekleri halk egemenliğine dayalı bir Cumhuriyet olmalıydı. Kurulacak Cumhuriyet sadece seçim zamanı oy vermek anlamına gelmemeliydi.”

 

 

Kitabın giriş kısmından kısa bir alıntı…

Derler ki, Mustafa Kemal bir Osmanlı Paşasıdır. Bu bir gerçektir. Bu sözleri, iki amaç için kullanırlar. Birincisi, Mustafa Kemal, Osmanlıyı çökerten paşadır. İkincisi ise; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı devlet geleneğinin içinden gelen bir dinamikle filizlenmiştir. Birinci düşünceye göre O bir hain, ikinci düşünceye göre de gerçekleri gören bir vatanseverdir. Birinci düşünceyi savunanlar bilmelidirler. Burada hemen belirtilmesi gerekir ki; Mustafa Kemal asla ihanet etmedi. O ekmeğini yediği Devletin yaşayabilmesi uğruna göğüs göğüs’e savaşmak için yeri geldi Filistin’e koştu, yeri geldi Trablusgarp’ta, Derne’de çarpıştı, yeri geldi Balkanlarda savaştı. Çanakkale’de ise destan yazdı, efsaneleşti.

Ama olmadı, olmuyordu. Köhneleşmiş, içi çürümüş, tüm kurumları çağın dışında kalmış, batılıların hasta adam nitelemesiyle alay edilme noktasına gelmiş bir İmparatorluğu ayağa kaldırmak, ondan yeni ve modern bir devlet yapısına kavuşmasını beklemek pek mümkün görünmüyordu. Görünen oydu ki; imparatorluk fiili ömrünü tamamlamıştı. Yıkıntının külleri arasından yeni, çağdaş ve modern bir devlet çıkarmamanın dışında bir seçenek yoktu. Mustafa Kemal de onu yaptı. Yani akla ve mantığa uygun olanı demişti bir zamanlar kitabıma önsöz yazan değerli dostum Prof. Dr. Süleyman Çelenk hocam.

 

Şimdi bazı kelimeleri de ben ekleyerek, bu kitabımda ne yapmak istediğimi sizlerle paylaşmak istedim. Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti, parlamenter sistemle yönetilen ve halkın iradesinin tamamen milletin elinde olduğu bir rejim olan Cumhuriyet rejimiyle yönetilir.

Ülkemizin böyle bir devlet adamı ve dahi tarafından kurulmasını ilerleyen yıllarda ne yapmak istediğini anlatamadık görüşündeyim. Kurulacak yeni devletin yaşayabilmesi ve yeryüzünde hak ettiği saygınlığa ulaşabilmesi, köhneleşmiş imparatorluk yapısından farklı bir temel üzerine oturmasıyla mümkündü. Bunu için de yeni devletin vasıfları şu ilkeleri kapsamalıydı:

Devletin yönetim şekli “cumhuriyetçi” olacaktı. Ancak cumhuriyetçilik tek başına bir anlam ifade etmiyordu, O günlerde de bu gün olduğu gibi cumhuriyet rejimleri arasında farklar vardı. Fransa da bir cumhuriyetti, Sovyetler birliği de bir cumhuriyetti. Bu günkü İran da bir Cumhuriyet. Bizim cumhuriyetimiz kişilerin özgürce duygu ve düşüncelerini ifade edebilecekleri halk egemenliğine dayalı bir cumhuriyet olmalıydı. Kurulacak Cumhuriyet sadece seçim zamanı oy vermek anlamına gelmemeliydi.

Yeni devlet her türlü etnik oluşumu reddeden “ulusalcılık” temeli üzerin kurulacaktı. Bu devletin kuruluş felsefesi “Ne mutlu Türküm diyene” özdeyişi temeli üzerine kurulup gelişecekti. Osmanlı imparatorluğunda batılıların telkiniyle demokrasi hareketleri gelişirken, imparatorluk coğrafyasına yer alan her türlü dini cemaat ve ırklara mensup topluluklara verilen imtiyazlar, devletin çöküşüyle sonuçlanmıştı. Vatandaşlık hakları gücünü, cemiyet, cemaat veya milliyet temeline dayalı etnik ayırımcılıktan değil, özgür yurttaşlık bilincinden alacaktı. Devlete yurttaşlık bilinciyle bağlı herkes eşit vatandaş sayılacaktı.

Cumhuriyet, herkese eşitlik içinde yaklaşan bir “halkçılık” temel üzerinde gelişecekti. Hiçbir sınıfa ya da zümreye ayrıcalık tanınmayacaktı. Bu cumhuriyette kadın erkek ayırımcılığına yer yoktu ve olamazdı. Nitekim Atatürk “Ey kahraman Türk Kadını sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın.” sözleriyle kadını yeni kurulan devlette en yüksek onurla değerlendiriyordu. Gelir düzeyi iyi olmayanların (eğitim, sağlık vb.) eşit yurttaşlık haklarından yararlanabilmeleri için sosyal devlet ilkesinin geliştirilmesi öngörülüyordu.

Kişiler dini tercihlerini yaparken tamamen özgür olacaktı. Yani, “laiklik” ilkesi devletin en temel ilkelerinden birisi olacak, bu anlamda devlet işleriyle din işleri ayrı yürütülecekti. Hiç kimse dini görüşünden dolayı kınanamayacak yada bu görüşünü açıklamaya zorlanamayacaktı. Din siyasi bir sömürü aracı olarak vatandaşların kandırılarak oyunu almanın bir aracı olamazdı. Osmanlı devleti, din adamlarının fetva müessesi yoluyla devlet işlerine karışmalarından çok çekmişti. Yeni devletin yapısı halk egemenliğine dayalı cumhuriyet olduğuna göre, bu da laiklik temeli üzerinde gelişebilirdi. Yönetim anlayışında egemenliğinin üzerinde bir görüş, inanç ya da düşüncenin yeri olamazdı.

Özel sektörün girişimleriyle kalkınmayı amaçlayan devletin, gerekli gördüğü yer, zaman ve durumda, halkın yararını gözetmek amacıyla ekonomiye müdahale etmek devletin görevleri arasındaydı. Bu durum “devletçilik “ kavramıyla açıklanıyordu. Özel sektörün tamamen özgür olduğu kapitalist sistemlerde, ekonomik kalkınma ve gelişme zaman, zaman büyük halk kitlelerinin aleyhine bozulmaktadır. Devlet bu durumlarda, halkın aleyhine olabilecek bazı ekonomik dengeleri bozucu gelişmeleri önlemek amacıyla yatırımlar yapabilir. Bu durum sosyal devlet ilkesinin bir gereğidir. Devletin bu görevi sosyal devlet adına toplumsal dengeyi düzenlemeyle ilgilidir.

 

Yeni kurulacak devletin varlığı ve devamlılığı, kalkınma ve gelişmenin kesintiye uğramaksızın sürekli olmasıyla ilgilidir. Bu durum “devrimcilik” ilkesi olarak benimsenmiştir. Cumhuriyet önderi “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözleriyle sürekliliğin yönünü göstermiştir. Sürekli çağdaşlaşma ve yenileşme becerisi gösteremeyen devletler, bir süre sonra hantallaşarak yerlerini çürümeye ve yok olmaya terk ederler. Bu durumu önlemede en temel ve şaşmaz yol gösterici bilimdir, fendir.

 

Kitabı okumaya başlamadan önce sizlerle paylaşmak istediğim çok önemli bir düşüncem var. Bu düşüncem doğrultusunda, Atatürk’ün kurduğu bu devlet neden bu hale gelebildiğinin bahsedeceklerimin kanıtı niteliğindedir. Memleketimizin başına örgü örülen 15 Temmuz kalkışması, Atatürk’ün devrimlerinin tam olarak anlatılamamasının eseri olduğunu vurgulamakta yarar görüyorum. 1938 yılında Atamızın ölümünün ardından yaşanan yaptığı devrimler adeta sulandırılarak, halka farklı gözle bakmaları sağlandı. Kısacası Atatürk’ün ölümü ülkemiz için ölümcül bir durum olmuştur. Daha sonra Halk evlerinin ve köy enstitülerinin kapatılmasıdır. Savaştan çıkmış ve fakir olan ülkenin üzerine pençelerini diken emperyalizm ve kapitalizm yandaşlarının verdiği destekle bu güzellikler sona erdirilmiştir. Çok partili sisteme erken geçilmiş ve bu nedenle yeni Cumhuriyet temellerinin ve Atatürk’ün devrimleri yeni kuşağa tam anlatılamamıştır. Atatürk, tüm yaptıklarıyla tam bağımsız bir ülke sunmuş olmasına rağmen, Nato üyeliğini kabulümüz sonucunda bağımsızlığımız ortadan kısmen kalkmaya başlamıştır. Yaşanan darbeler ise bu işi körükleyerek, çağdaşlıktan uzak ve dini kesimlerin ülkeyi yönetme istekleri sonucunda yaşanan darbelerin fikir babalarını oluşturmuştur.

 

Belgesel nitelikli bu çalışmayı yazarken aynı zamanda; Atatürk’ün çağdaş dünyaya hızlı ve kolay entegre olabilmek için harf devrimini yaptığını, toplumun bilim ve teknolojiden yararlanma gücünü geliştirmek için tekke ve zaviyeleri kaldırdığını, önceleri seçimle işbaşına gelen halifelik sisteminin zamanla saltanatın bir parçası olarak kirli siyaset oyunlarına alet edildiği için kaldırıldığını, yine kutsal din duygularının kirli siyaset malzemesi yapılmaması ve bu amaçla devlet ve din işlerinin birbirinden ayrılması amacıyla laiklik devriminin gerçekleştiğini, dünyaya ayak uydurabilmek ve çağı yakalamak amacıyla insanımızı hızla modern dünyaya entegre edebilmek adına kılık kıyafet devriminin yapıldığını, sizlere anlatabilmenin onurunu yaşadım. Ayrıca bu çalışmada Büyük Atatürk’ün kendi penceresinden; genel ülke ve dünya siyasetine, çok partili sisteme, modern hukuka, dini ve inanca, sosyal yaşama, kişi ve toplum sağlığına, basın ve kitle iletişimine, tarıma, bayındırlık hizmetlerine, sanayi ve ticarete ilişkin görüşlerini bu eserden keyifle bahsettim.

En derin saygılarımla…

               

 




HABERE YORUM YAZIN

DİĞER GÜNDEM HABERLERİ
Fazilet Tekman
Köşe Yazarları
Burç Yorumları