120x600

Alemdar inşaat

21-08-2018 SANAT

Bolulu Çoban İbrahim Üç Hürel’e şans getirdi

Üç Hürel, 1970 yılında ilk 45’liğini çıkardığında Müzik dünyasında adeta yer yerinden oynamıştı. 'Ve Ölüm / Şeytan Bunun Neresinde' ismindeki parçalardan ikincisinin sözleri Bolulu ünlü Âşık “ Dertli” ismini taşıyordu…

Bolulu Çoban İbrahim Üç Hürel’e şans getirdi
Bİ tur

Türk Rock Müziğinin efsane topluluğu Üç Hürel’in 1970 yılında yaptığı ilk 45’liğinin adı ‘Şeytan Bunun Neresinde’ idi.  Parçanın müziği Feridun Hürel’e sözleri ise “Şair Dertli” ismiyle tanınan Bolulu Çoban İbrahim’e aitti. Bu şarkının tutması Üç Hürel topluluğunun müzik yaşamına devam etmesine neden olacaktı. Ulaştıkları yüksek satış rakamları nedeniyle Türkiye’nin ilk Altın Long Play ödülünü kazanan Üç Hürel  “ Sevenler Ağlarmış”, “ Canım Kurban”, “Bir Sevmek Bin Defa Ölmek Demekmiş” , “Ağlarsa Anam ağlar” gibi şarkılarla milyonların gönlünde taht kurdular…

 

 

İlk 45’likleri tutulunca ardı sıra 45'likler yayınlanmaya başlarlar

 

1966 yılında ilk gruplarını kurdular: "İstanbul Dörtlüsü"  Daha sonra, üç kardeş kendileri aralarında bir grup kurmaya hazırlanırlar ve Haldun trampet (vurmalı sazları), Onur basgitar ve Feridun gitar çalacak şekilde bir iş bölümü yaparlar. Fakat sürekli grup değiştirmek zorunda kalırlar, değişik kişilerle birlikte çalarlar çünkü henüz lisededirler ve bir gitarları yoktur. 1970 yılında ilk 45'likleri 'Ve Ölüm / Şeytan Bunun Neresinde' yayınlanır, bu ilk plak yollarının da açılması demektir. Bu plak tutulunca ardı sıra 45'likler yayınlanmaya başlar. 1972 gelindiğinde artık iyice kendini tanıtan grup çalışmalarının meyvesini görür: Üç Hürel artık grup listelerinde bir numaradır. Daha sonra 45'liklerdeki parçalarını topladıkları longplay Türkiye'nin ilk Altın Long Play' ödülünü alır. Grup artık listelerin değişmez birincisidir ta ki 1975'te Onur'un kısa dönem askerliği, 1977'de ise Haldun ve Feridun'un askere gitmesi ile müziğe iki yıl ara vermek zorunda kalırlar. Bu süre içerisinde müzik piyasasında kaset furyası ortaya çıkmıştır ve birçok firma iflasa sürüklenir. Grup askerden dönünce bu olumsuzluklardan etkilenirler ve o dönemin modası olan gazinolarda sahne almak yerine, çizgilerinden ödün vermemek adına sahneyi bırakmaya karar verirler. 3 Hürel'i bütün Türk gruplarından ayıran en önemli özellik, sadece kendi beste ve sözlerini çalıp söyleyen ilk grup oluşudur. 3 Hürel, herhangi bir yabancı besteyi kullanmadı. Türkülerden uyarlama, düzenleme yapmadı.

 

 

"Efsane...Yeniden"

 

Son yıllarda eski tüfek sanatçıların tekrar müziğe dönmesi grupta da böyle bir dönüşü gündeme getirir. Fakat, Feridun buna karşıdır, ona göre efsane olduğu gibi kalmalı, onlara dokunulmamalıdır. Haluk Levent'e verdikleri 'Sevenler Ağlarmış' adlı parçanın çok sevilmesi ve Ada Müzik'in kendilerine Diskotür'ü satın aldığını ve yeniden onlarla çalışmak istediğini söylemesi Üç Hürel'in görüşlerini değiştirmesine neden olur. Böylece "Efsane...Yeniden" albümü çıkar. Albümde yıllar sonra tekrar yorumladıkları “Bir Sevmek Bin Defa Ölmek Demekmiş”  yılın en çok sevilen şarkısı olarak Üç Hürel’i yeniden zirveye taşıdı.

 

 

Türkiye'de, gerçek anlamda ilk grup müziğinin yaratıcısı oldular...

 

Yaratıcılığın gücüne inanmış üç kardeş... Onur, Haldun, Feridun Hürel... Kısaca 3 Hürel...

 

 Henüz ilk gençlik yıllarında içlerine, yüreklerinin gizli kalmış kuytularına, bir kor gibi düşen sanat ateşinin dürtüsüyle inanılmaz serüvenlerle dolu bir yolculuğa çıktılar.  Sanat, onların yaşam nedeni, yaşama bakış açılarıydı. Duygularını, ancak sanat yoluyla en iyi biçimde iletebilir, paylaşabilirlerdi... Bir başka söze gerek yoktu.  Müzik dünyasının, onları bir mıknatıs gibi çeken labirentlerinde engellerle, yokluklarla, çaresizliklerle boğuştular. Serüvenlerinde yalnızdılar... Piyasanın aşina jargonundan soyutlanmış tavırlarıyla, sadece kendi duygularının pusulasında müzik ürettiler. Hiç kimseyi, hiçbir şeyi taklit etmediler. İlkelerinden asla ödün vermediler.  Farklı sanat dallarında eğitim görerek, sadece müzikte değil, sanatın diğer ifade biçimlerinde de uğraş verdiler. Beceri ve matematiksel boyutundan çok, sanatın yaratıcılığı ve felsefesi üzerinde yoğunlaştılar.  "Durduk yerde icat çıkarma", "Eski köye yeni adet getirme" sözleriyle büyütülmüş kuşaklara inat, hep icatçı oldular... Yepyeni ve kendilerine özgü bir "ses" yarattılar. Anadolu'nun eşsiz zenginlikteki kaynaklarından beslendiler. Araştırmalar, denemeler, sentezler yaptılar.  Yeni enstrümanlar icat ettiler.  Türkiye'nin ilk altın LP ödülü dâhil, birçok ödül kazandılar. Çeşitli kuruluşlar tarafından üst üste, en iyi grup seçildiler.

 

 

Kalıcı, ölümsüz melodilere imza attılar

 

 Yaşama gri, biraz da karamsar bir pencereden bakan şarkılarıyla; hüznü vazgeçilmez bir ifade biçimi sayan, biraz üzgün, biraz buruk, biraz kırgın, biraz da kızgın ama ille de kulaklarında, delikleri çok küçük bir süzgeç bulunduran gerçek müzik sever kitlelerin ruhlarında asılı kaldılar.  Her taşın altından çıkmadılar. Olur olmaz yerlerde boy göstermediler. Günün deyişiyle "medyatik" olmadılar. İsimlerini, imajlarını hep korudular. 40 yıldır süregelen sanat yaşamlarında biraz gizli, özel yaşamlarında hep gizemli kaldılar...

 

 

Bir efsane oldular...

 

 Kardeş sevgisini, bağlılığını yansıttılar. Kültüre ve eğitime bir numaralı önceliği verdiler. Eğitimcilikleriyle ve yazdıkları kitaplarla genç kuşaklara yol gösterdiler. Onlara örnek oldular. Kaybolan değerleri hatırlattılar. Kaybolmaya yüz tutmuş olanlara sahip çıkmanın önemini öğrettiler.

 

 

Zamanının ötesinde bir şair

 

Ölümünden yıllar sonra bile birçok sanatçıyı etkileyen Bolulu Çoban İbrahim (Âşık Dertli) geçimini âşık kahvelerinde saz çalıp şiir söyleyerek sağlamıştır. Önce halveti tarikatına girdiği daha sonra Bektaşiliğe yöneldiği söylenen Dertli birçok çırak yetiştiren son ustalardan biridir. Divan, halk ve tekke edebiyatlarındaki geniş kültürü sayesinde daha sağlığında yaygın bir şöhret kazanmış, divanı taş baskısıyla birçok defa basılmıştır. Fuzuli, Âşık Ömer, Gevheri gibi şairlerin etkilerini taşıyan Dertli, çağının öbür saz şairleri gibi aruzla gazeller, divanlar, kalenderiler yazmıştır.

 

 

Şair Dertli; (Bolu/1772-Ankara/1846) Yeniçağa nahiyesi, Şahnalar Köyü’nde doğmuştur. Dertli’nin babası Kara Hüseyin Oğulları’ndan Bayraktar Ali Ağa adında oldukça varlıklı bir ırgattır. Asıl adı İbrahim olan Âşık Dertli, 19. yüzyılın ünlü âşık, halk saz şairlerindendir. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin merkezinde birçok saz şairi yetişmiş olsa da Emrah ile Seyrani istisna tutulacak olursa Dertli kadar şöhret olan çıkmamıştır. Çocukluğunu davar sığır gütmekle geçiren İbrahim, bu yaşlarda gezici âşıklardan etkilenerek saz çalmayı ve şiir söylemeyi öğrenmiştir. Ancak ondaki bu şairlik ilhamı ve kuvveti anadan doğma bir kabiliyettir. Hatta saza merakından dolayı bir tahta parçasına atkuyruğundan tel gerip saz çalmaya çalışmıştır. Gençliğinde, önce İstanbul’a sonra da Konya’ya gitmiştir. Konya’da âşıkların uğrak yeri olan Hacı Asım Usta’nın kahvehanesinde ocakçı olarak çalıştığı beş yıl içinde birçok âşıkla tanışan Dertli, burada Lütfi mahlasıyla şiirler söylemiştir. Bu kahvehane adeta ariflerin, zariflerin ve şairlerin toplanma merkezidir. İbrahim buraya devam edenlerin din, ilim, fikir, edebiyat ve sanat sohbetlerini dinleye dinleye olgunlaşmış; şairliğine temel teşkil edecek kültür birikimi ise bu kahvehanede düzenlenen şair toplantıları ile pekiştirmiştir. Daha sonra Halep, Şam ve Mısır’a giden Dertli, buralarda kaldığı on yılın ardından sazda ve sözde ustalaşmış olarak köyüne döndü. Bu arada evlenen Şair Dertli, iki çocuk sahibi oldu. Evlendiğinde kırk yaşlarındaydı.

 

Geçimini ancak sazıyla, sesi ve şiirleriyle temin edebiliyordu

 

 

Dertli, İstanbul, Konya ve Mısır’da hem çalıştı hem de âşık fasıllarına katıldı, bu arada tekkelere de gitmeyi ihmal etmedi. Maceralar ve seyahatlerle geçen hayatında birçok âşık ve dervişle tanışmış düşüp kalkmıştır. Genel kültürü ve edebi terbiyesi Konya, Kahire ve İstanbul gibi önemli kültür merkezlerinde âşık mahfillerinde, tekkelerde (o devrin kültür sanat merkezleri) inkişaf etmişti. Âşık Dertli zevk ve eğlenceye düşkün, aile sorumluluğundan uzak, gezginci bir hayat tarzına alışmıştı ve bunu seviyordu da. Âşıklık belki de biraz bunu gerektiriyordu, hem bu sadece bir maceraperestlik değil, bir bakıma geçim derdi idi. Dertli, zamanın ayanı topraklarını elinden aldığı için ekip biçeceği, geçimini temin edeceği toprağı olmadığından geçimini ancak sazıyla, sesi ve şiirleriyle temin edebiliyordu. O şairliği sadece bir zevk ve eğlence olarak görmüyordu. O zamanlar şairler diyar diyar gezer, usta âşıklarla atışırlar, zengin konaklarında fasıllara katılırlardı. Buralarda sazını çalar, dokunaklı güzel sesiyle dinleyenleri mest eder, dinleyenlerin hem hayranlığını hem de cömert ikramlarını toplardı. Yani âşıklık geçim kaynağıydı, bu işten para kazanıyordu. Çünkü babası çok zengin iken Çağa ayanı Hendekçioğulları’ndan Halil Ağa’nın tarla taban neleri varsa ellerinden almasından dolayı sefil duruma düşmüştür. Çağa ayanı, şairin babası Bayraktar Ali Ağa’ya bir meseleden dolayı kin gütmekte ama bir türlü de Bayraktar Ali Ağa ile başa çıkamamaktadır. Bayraktar Ali Ağa’nı ölümünü fırsat bilen Çağa Ayanı Halil Ağa, bu hıncını Ali Ağa’nın oğlu İbrahim’den çıkartmıştır. İbrahim’in nesi varsa, tarla taban mal mülk hepsini kısa zamanda elinden almış bu genç delikanlıyı ser sefil ortada bırakmıştır. Ekip biçecek tarlası kalmayan İbrahim bu yüzden çok geçim sıkıntısı çekmiştir.

 

40’lı yaşlarında evlendi

 

Artık İbrahim Şahnalar’da barınamayacak duruma düşer; yakın köylerden Deveciler Köyü’ne gider ve burada Hacı Ömer Ağa’nın kapısında yanaşmalık yapar. Ancak buradaki horlayıcı tutuma dayanamayarak buradan ayrılıp İstanbul’a gider. Bu sıralarda yaşı 24-25’tir. Şimdi olduğu gibi o zamanlarda İstanbul’a büyük talep vardır, Anadolu’dan iş aramaya çıkan İstanbul’un yolunu tutar. Fakat bu yığılmayı önlemek için III. Selim’in çıkardığı ferman gereği “çiftçi ve bekar tayfası” taşralıların İstanbul’da belli bir süreden fazla kalması yasaklanır. Bu yüzden Derti’nin İstanbul macerası burada biter. Konya’ya Hacı Asım Usta’nın kahvehanesine gider. Oradan Mısır. Mısır dönüşü evlilik… Anadolu’da rüştünü ispatlayan Şair; sevilen, zevkle dinlenen bir halk şairi olarak gönüllerde taht kurdu. Güzel ve dokunaklı sesi ve maharetli saz çalmasıyla ve başarılı şiirleriyle âşık fasıllarında, zengin konaklarında büyük ilgi gördü ve üstat olarak tanındı.

 

Beşiktaş, Tahtakale ve Çemberlitaş’taki Semaî Kahvehanelerinde adı dilden dile dolaştı

 

Derli, Anadolu’daki bu yaygın ve saygın şöhretinden istifade ederek tekrar tecrübeli bir arif ve şair olarak elli üç yaşlarında (1825) İstanbul’a gitti. Saray tarafından himaye edilen âşıkların bulunduğu ünlü kahvelere takıldı. O zamanlar bu kahvehaneler o devrin sanat merkezleri, sanatçıların ve sanatseverlerin buluşma noktası idi. Şair, buralarda kısa sürede adını duyurdu ve kabul ettirdi. Özellikle Beşiktaş, Tahtakale ve Çemberlitaş’taki Semaî Kahvehanelerinde adı dilden dile dolaşmaktadır. Şiire, sanata, musikiye ilgi duyanlar buraları doldurmaktadır. Elbette şöhreti kısa sürede buralarda zirve yapan Dertli’yi çekemeyen “eskiler”i bir hayli tedirgin etmiştir. Kendi tahtlarını sarsan bu yeni rakibin ipini çekmek ve itibarını sıfırlamak gerekmektedir. Bu şairler bir gün Şair Dertli’nin çözememesi için tuzak olarak çok zor bir muamma hazırlayıp, bunu Tavukpazarı Semâi Kahvehanesi’nin duvarına usulünce asarlar. Muammayı duvara asıp fırsat kollayan şairler bir yolunu bulup işi Dertli’ye yüklerler. Bunun bir imtihan olduğunun farkına varan şair Dertli, kahvehanedeki büyük kalabalık ve bu kalabalığın meraklı heyecanlı bekleyişi karşısında duvardaki muammaya şöyle bir göz atar. Alır sazı eline, dolar sözü diline, sonra vurur inceden inceye sazın teline… Çözmesi oldukça zor olan bu muammayı/bilmece vezin ve kafiyesine uygun olarak hemencecik çözüverir ve dokunaklı güzel sesiyle dinleyenleri coşturup arka arkaya alkışları toplar. Böylece sanat gücünü kuvvetli bir şekilde ispat etmiş olan şair; muammayı çözene verilecek olan ödülü de diğer âşıklara dağıtarak cömertliğini de göstererek âşıkların ve etraftakilerin sevgi, saygı ve takdirlerini de kazanır. Böylece şöhreti dillerden dillere dolaşmaya başlar. Dertli’nin bu şöhretini duyan ve eskiden beri tanıyan Eski Bolu Mutasarrıfı Hüsrev Paşa, Dertli’yi kendisine Şamdan Ağası olarak alır.

 

II. Mahmud tarafından Çağa Ayanlığı ile ödüllendirildi

 

II. Mahmud zamanında Hüsrev Paşa’nın sebep olduğu fes inkılabını öven “fes” redifli kasideden dolayı II. Mahmud tarafından Çağa Ayanlığı (bir nevi kaymakamlık) ile ödüllendirilir(1827). Çağa Ayanlığı bu sıralarda hala Hendekçioğullarından Halil Ağa’da’dır. Böylece gençliğinde kendisine eziyet eden malını mülkünü elinden alan ayanın o da ayanlığı almıştır. Dertli’yi çekemeyenler aleyhte çalışmalara devam etmişler. Bir müddet ayanlık görevini yürüten Dertli, görevi kötüye kullandığı yönündeki ve topladığı vergileri zimmetine geçirdiği yönünde yapılan iftiralar yüzünden geçirdiği soruşturmalar sonunda bu görevinden alınır. Bu vesileyle sıkıntıya düşen Dertli tekrar yollara koyulur(1834). Yaş bir hayli, ilerlemiş yetmişine merdiven dayamıştır. Kader onu bu kez Bilecik’in Gölpazarı ilçesine savurmuştur. Burada bir gün geçirdiği bunalım yüzünden alır bıçağı eline çalar boynuna. Görenler bir şey olmadan yetişirler ve elinden alırlar bıçağı. Bu olay 1840 muharrem ayında olmuştur ve O, bu olayı Kerbela  şehitlerine duyduğu sevgiye bağlar. Bu olaydan sonra Dertli diye nam salan şair, daha önceleri Lütfi mahlasıyla yazmakta iken “Dertli” mahlasıyla yazmaya başlamıştır.

 

Yaşamının son yıllarını Ankara’da Alişan Bey’in konağında geçirdi

 

Dertli, bundan sonra bir iki küçük memurluğa atandıysa da pek dikiş tutturamadı. Bu arada Bolu- Ankara arasında kısa gidiş gelişler yapmaya devam etti.  Özellikle Ankara’da âşık fasıllarına katıldı. Ankara’da tanıştığı âşıkları koruyup kollayan, münevver, şiiri edebiyatı seven, bir ara Diyar-ı Bekir Voyvodalığı da yapmış olan Ankara eşrafından Alişan Bey’in de takdirini kazanan Dertli, yaşamının son yıllarını onun konağında geçirdi. Bir ara Alişan Bey’in kız kardeşi Bostan Hanım’a yazdığı şiirden dolayı, Alişan Bey kızıp o’nu konaktan kovduğu ve bir müddet sonra affedip tekrar konağa çağırdığı söylenir. Alişan Bey’in konağında ölen şair, bir şiirindeki vasiyetinde Müneccim Tepesindeki mezarlığa gömülmek istemiş ve bu mahalde olan Ankara-Samanpazarı’nda Koyunpazarı Camii’nin haziresine (mezarlığı) gömülmüştür. Dertli’nin mezarı ve bu mezarlık, bu gün Samanpazarı’ndan Koyunpazarı’na giden yoldan Cebeci’ye ayrılan yolun üzerinde bulunduğu için sonradan buralara yol yapılırken yola karışarak kaybolmuştur. Daha sonra 1955 yılında anısına Gerede-Yeniçağa yolu üzerinde Yeniçağa’ya giderken sağ tarafta kalan ve “Dertli” diye bilinen mevkii de ki bir tepe üzerine bir anıt taşı dikilmiştir.

 




HABERE YORUM YAZIN

DİĞER SANAT HABERLERİ
Fazilet Tekman
Köşe Yazarları
Burç Yorumları